Siirler.Biz

Geçmiş, Bir Gün, hikâyesi.

31.05.2012

Mevsim son bahardı: kadın pencere’ye yanın koltuğa oturmuş örgüsünü örüyordu.
Yağmur yağmak üzereydi. Aniden, küçük bir kuş, kondu pencerenin önüne. Gençliğinde yaşadığı, bir anısı canlandı, gözünde.

Kaynana, Dört, çocuğun bakımını ona bırakmış, dilediği yerde geziyordu. Eve döndüğünde bir bahane bulup küçük geline çatıyordu. Ev, halkı arasında sevgiden eser yoktu; hep kavga küskünlük yaşanıyordu. Küçük gelin bunalıyordu, üstelik kış yaklaşmıştı, tarla bahçe işi kalmamıştı, kar yağacaktı, o, her an kaynanasıyla yüz yüze kalacaktı.

Son bir iş kalmıştı, o gün, evden gide bilecekti. Bir süre önce suya ıslattığı kendir(Kenevir) köklerini dereden çıkarmalıydı, yağmur yağmak üzereydi, sel gelir ve kendirleri götürürse kaynana’dan çekeceği vardı.
Kocası’nın küçük kardeşleri eşliğinde gittiler; soğuk su dizlerine kadar geliyordu.
İş sona erdiğinde, kaynana’sı, yanı başlarında sessizce onu izlediğini gördü, korkudan eli ayağına dolaştı, yapılan iş’e mutlaka bahane bulacaktı. “Neden beni çağırmadınız” diye söze başladı ve saatlerce susmadı. ‘Sabah erkenden kaybolmuştu nerede bulacaklardı onu? ’
Eve döndüklerinde, hepsi de sırılsıklamdı.
O gün, kayın baba, evde yoktu, meydan tamamen kaynanaya kalmıştı.
Yatma vakti gelmişti, geline emretti “gel burada yanımızda yat” diye. ‘kim bilir ne hınzırlık düşünmüştü’ gelin üşüdü diye merhamet etti sanılmasın…

Yatağını, pencerenin önünde olan kanepeye yaptı, yorganın altına kıvrıldı; titremesi henüz geçmemişti. pencerede bir tıkırtı duydu; kaynanasına baktı kıpırdamıyor, perdeyi hafif araladı, küçük bir kuş çama sokulmuş rüzgârdan korunmaya çalışıyordu. Bir süre ona baktı, bir cesaretle camı açtı, kuş içeri düştü. Sessizce çamı kapattı, kuşu avucuna aldı, kuş, titriyordu. Küçük gelin ağlıyordu. Gün boyu boğazına düğümlenmiş, efkârı gözlerinden akıyordu, sessiz ve hıçkırıksızdı. Ne kadar vakit geçti bilinmez. Kuş artık titremiyordu, karanlıkta onun nasıl bir kuş olduğunu bilmiyordu lakin kendiyle aynı kaderi paylaşıyordu. “sendemi kimsesiz kaldın? ”…
—Beni de annem baban yuvadan attı, henüz kanatlarım çıkmadan, senide atmışlar yuvadan anlaşılan..” diyordu. ‘derin düşüncelere daldı.’ “senin baban da mı zalim di, Anan seni sevmiyor muydu? Sende mi sevgisiz kaynana elinde kaldın, anlat bana” diyordu.
Sabah olunca seni dışarı bırakırım; ya ben, ne olacağım? ” “Bu kadın beni delirtecek; keşke kanatlarım olsa seninle mutluluklar diyarına uça bilsem! ” “Senin kanatların olduğu halde bu sevgiden yoksun eve neden geldin söylerimsin? ” “Benim ne kadar mutsuz olduğumu hissettin de bana arkadaş geldin demek! ” “bu kadına dayanamıyorum artık; hiç merhameti yok! ” “ Ona hizmet ediyorum her işini yapıyorum, isteklerine hiç ihtiraz etmiyorum, hala beni beğenmiyor, ne yaparım söyle? ” “Onu nasıl memnun ederim, nasıl susmasını sağlarım! Bıktım, inan bıktım; ölmek istiyorum artık; beni de götür, sabah olduğunda ne olur!

Kuş: “tamam gidelim düşler ülkesine hadi” dedi. ‘odanın ortasında ayakta duran, heybetli kuşa ürpererek bakıyordu. Kanatları ışık saçarak inip kalkıyordu. “Haydi, gel bin sırtıma” bir anda kuş’la tek beden ve tek düşünceye dönüştüler, ne düşünse hemen kuş onu duyuyor ve onun dilediği gibi davranıyordu.
Gök kubbe masmaviydi; yükseldiler, ne güneş var, ne de ay; koyu lacivert derinliklerde ilerlediler. Şehirler, kasabalar, köyler, üstünden geçiyorlardı. Gördükleri karşısında dehşete düştü… Her yerde pislik yığınları vardı, ırmaklar kokulu sular taşıyor orman yanıyor insanlar çığlıklar atıyordu. Şehir’e indiler, kadın tüccarları, tecavüzcüler, emekleri sömürenler, çıkar peşinde koşanlar, sahtekârlar, sevginin parayla ölçüldüğü ortamlar, merhametten yoksun insan, yığınları gördü. “Hayır, burası bana göre değil, gidelim”. uzak ülkelere gittiler.
Dilleri anlaşılmıyordu, fakat vücut dilleri aynı dili konuşuyordu; ‘kendi ülkesinden daha çok pisliğe bulanmış ülkeler gördü. Nereye gitse insanlar sevgisizdi. Yaşam ve çıkar uğruna her kötülüğü yapanlar, her yerde kol geziyordu. Açlık ve sefillik hat sahadaydı. İnsan onuru yerlerde gezen ülkeler vardı.

Işıklı şehirlerde dolaştı; kapalı, kapılar ardında insan onurunu pazarlanıyordu.
Savaş çıkarmak için can atan çıkarcılar vardı. Akıllı ve mağrur görüntüleri, altında vicdanları rahatsız, asık suratlı yüzler, maskeler takıyordu, yalancı gülümsemeler, iltifatlar, ikramlar, misafir perverlikler, lakin sevgiden eser yoktu. ‘Neden bu dünya sevgisiz kalmıştı kim sebep olmuştu bütün bunlara? ’ küçük gelin, şaşkınlık içinde kuş’a, sarıldı.

Kuş: “nereye gidelim şimdi? ”dedi. “evime, başka gidecek yerim yok.” Küskün, bir sesle.”Mutluluklar diyarına götürmedin beni” —Mutluluklar diyarı yok ki” bak işte sen o sevgisiz evden kaçmak istedin ama gideceğin her yer o evden daha kötü”, “Bak sana bir sır vereyim; gerçek mutluluğu kendi iç dünyanda ara; ona ulaşırsan mutlu olacaksın”… Kalbi sızılar içindeydi. “bu dünya, bu kadar kötüyse, neden çıkardın beni o evden? ”, —Hayal ettiğin dünyanın ne kadar kötülük dolu olduğunu gör diye! ” “akıl yoksulu sana eziyet ediyor biliyorum! Sen onu sevmeyi örgen” bir gün o, yaptığından pişmanlık duyacak, vicdanıyla yüzleşecek. —Vicdanı yoksa bedeni korkunç yaralar içinde yaşayacak, ölümü bekleyecek, ölüm ona gelmeyecek, sen onu affet,-o küçülecek, küçülecek, onu hoş gör; davranışlarının tek suçlu o değil; kendine yapılanların intikamını senden alıyor, -o senden daha şanslı değil di; hayatlarınız aynı, rolleriniz değişik, roller değiştiğinde, sırası sana geldiğinde, sakın aynı yolu izleme; tabular yıkılmalı.”

Sokaktan gelen seslerle uyandı; kalbi titriyordu. ‘kuş’a ne olmuştu’ ya onu kaynanası gördüyse.
Odayı kontrol etti; kimse kıpırdamıyordu. Kuş, yastık ve duvar’ın arasına sıkışmıştı, onu avucuna aldı şimdiye kadar görmediği bir kuş türüydü. Gagası uzun- kanatları renkliydi; onu çok sevdi, bırakmak istemiyordu, fakat evdeki küçük çocuklar onu öldüre bilirdi. Koruyamazdı kuşunu onu özgür bırakmalıydı. Pencereyi, sessizce açtı kuşu pencerenin kenarına bıraktı, kuş gitmek istemedi eliyle onu itti, zavallı, sarsıldı aşağı düştü.
Kaynanasının, uykulu kalın sesiyle irkildi, “ne yapı yon orada? ” Aniden döndü. “ hiç kuşu dışarı bıraktım” kadın biraz şaşkın. “ne kuşu? ” Dedi, hınzırca gülümsedi, ‘yalan söylediğini veya hayal gördüğünü düşünmüş olmalı’ kalbinde derin bir sızı vardı kuş’a ne olmuştu, uçup gitti mi? Yoksa hınzır kediler onu kaptı mı? Hiç bilemedi. Kaynanası günlük konferans’ına çoktan başlamıştı, aklında ne kuş kaldı ne de dünkü gün; şimdi bu günü nasıl kurtaracaktı, akşama ne halde olacaktı, kim bilir!
O, aileye katılalı 5 ay olmuştu, lakin 5 yıl yaşlanmıştı, her gün bir olay yaşıyordu, hayat’ı unutulması güç öykülerle dolup taşıyordu.

Kadın oturduğu yerde ne kadar kalmıştı? Saate baktı vakit ilerlemişti, lakin yıllar öncesinden gelen bu anı, hayatı durdurmuştu.
Yaramaz kuş tekrar göründü pencerede; neşeyle ona kur yapıyordu beni içeri al dercesine.
Gülümsedi: —Beni kandırıyorsun; ne zaman elimi uzatsam kaçıyorsun, bana çok kızgınsın anlaşılan; o gün seni dışarı attım ve hayata yenik düştüm, şimdi kur yapma bana; gel artık içeri”
—Ben o küçük kız değilim artık yaşlandım, kâmil oldum, bana dönersen seni hiç bırakmam, gel artık; beni cehiller ordusuyla, baş başa bırakma! ”…

Yeter Karaer3

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.