"Yılmaz Erdoğan" ile Etiketlenen Konular
Bavuluma dağınıklığımı koydum
İç çamaşırı kazak filan
Kağıt kalem almıyorum
Otellerde var
Antetli kimsesizliğimle kalıyorum geceleri
Kirpiklerimin yardımıyla kapıyorum perdeleri
Hem tek başına
Hem kimse görmesin derdindeyim çıplak tenimi
Ay çıkıyor boğazımdan
Kanamalı bir sözcük gibi
Ay çıkıyor ışığımdan
İhanete uğramış hainler gibi
Öfkeli bir meddah çekilmez oluyor
Sahnede güzel bir şarkıdan çıkıp
Kirletiyor evcimen kadınları
Bavuluma yıllanmış acılar koyuyorum
Oralarda lazım oluyor
Pis bir sevişmenin ardından
Atıştırıyorum biraz
On yıl öncesinden sakladığım
Bilek burkuntusunu
Bağlarım eziliyor
Yeni evlere eski aşklar taşıyorum
Gözyaşlarını biriktiriyorum eski sevgililerin
Nefret asıyorum yatak odamın duvarına
Kanvas üzerine yağlı boya...
Her şey yapılabilir
Bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin uçurtma mesela
Altına konulabilir
Bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
Sallanan bir masanın
Veya şiir yazılabilir
Süresi ötekilerden kısa
Bir ömür üzerine
Bir beyaz kağıda
Her şey yazılabilir
Senin dışında
Güzelliğine benzetme bulmak zor
Sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
Her şeyden
Bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
Belki tabiattadır çaresi
Senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
Ve benim bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
Anlarım bitkiden filan ama anlatamam
Toprağın güneşle konuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
Sen bana ışık ver yeter
Bende...
Yasak bana gözlerini anlamak
Ellerin
Bana yasak
Ah olaydım
Gözünde yaş
Fikrinde telaş
Düşünce suçun
Beraatin olaydım
Fakat yasak
Yasak bana gözlerini anlamak
Ellerin bana yasak
Ah olaydım
Yüzünde sürgün
Yatağında mülteci
Vatanın
Anayurdun olaydım
Fakat yasak
Yasak bana gözlerini anlamak
Ellerin, uyruğum
Bana yasak.............
Aralık 1993
Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü,
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan
Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler
Çalan, çaldıran, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul
Şehre bir yağmur yağdı
Ben ağladım
Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan
Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses
Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü
yerlerinden
Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk
sipariş edildi yeniden
Bir şehre yağmur yağdı
Ben ağladım
Kim daha çok yalan söndürdü çay
bardaklarında
Hangisi talandı demli öpücüklerin
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç...
Bu ufukta bitiyor yüzün
Ve başka bir gökyüzü başlıyor
Komşu ellerle sarmalanıyorsun
Yanıyorsun...
Ne kadar övülsen az
Avazım çıktığı kadar susuyorum
İsmindeki sesli harfleri
Mayınlı bir gülümsemeyle
Senin karasularında olmak,
Üstünde ilkbahar bir entari,
Sanki
Yeniden
Eski bir öyküye başlamak...
Yüzündeki o billur akşam kahvaltısı
Sürgülerken özümü,
Ne kadarını sustuk
Konuştuklarımızın?..
Ağustos 1995
Kilitlenmiş beton kanatları kuşların
Oksit gibi yapışkan bir mayışmayla ağarmış gün
Pas tutan kelimeler için bir iksir belki de
Ya da aklına susamış sevgililerin safdilliği
Acıtmış ömrünü çekirgelerin
Medyatik soruşturmalardaki enflasyonist yargılar
Haber değeri taşımıyor haber spikerinin ölümü
Herkes kendi manşetinde satır arası
Hiçbir bakışı aydınlatmıyor florasan buğusu
Burası son durak inecekler için son fırsat
Bir daha ne süper ne mega kupon verilecek
Kalanlar şoförün evini göremeyecekler hiçbir zaman
Onları sonsuza götürecek, afaroz edilmiş bir merak
Burası son durak
Hafızada kalan tek numara için
Telefona...
Hiç bir yerinde yok asaletin ibresi...
Sessinde kımaşmasında tensel bir büyünün atlasan ilibas ve kuytu bakışlı mavi gözleri...
Sanki hepimize bütün şiirleri hâlâ fısıldayan bir eski büyük şairmiş gibi...
aşk bir erken didişme bir sorgu sualmiş de mezbele ve yaralıymış eski yaraların yeniden kanamasından...
Hiç bir yerde yok asaletin ibresi...
Bir adamın yüzünde yada yalana çok benzeyen bir doğru sözünde belki...
Saçlarının çevreminde ıslak bir beyaz kadının yüksek rakımlı göllerin buzul saflığında ve kokusunda çiçeklerinin kanır...
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut...
Ölümüm senden olur
Bilinsin
Ne uçsuz bir kan akışı
Ne buğusu kadehte rakının,
Ela ve sonsuz bir teneşir uykusu
Gözlerinin ağlamaklı bebeğine...
Acemi zamanlar silinsin
Ölümüm senden olur
Bilinsin
Sen istesen aslında
Bütün kafiyeleri eskitirsin
Aklında kalmayacak aklım
Başka kollar başka sarılmalar
Ve her defasında alsancak
Platonik rutubet kokacak
Aklına bir fikir gelecek
Bir çift iri memenin kuşkusuna
Fidye vereceksin
Bütün iklimlerin feri silinsin
Ölümüm senden olur
Bilinsin
Gözlerin bir içim çaydı bizansta,
Gözlerin,
Ela teneşir uykularıma kapanan kırık pencere...
Eylül 1993
Sana
Yaralarımdan çiçekler,
İlk yardım geceler biraz da
Ve yangında kurtarılması imkansız acılar
Bırakıyorum...
Seni özümün gizinde saklıyorum...
Bütün aşklarımın izlerini sayıklayarak
Ve aldatarak tüm sevdiklerimi,
Sana
Ciayetimin ipuçlarını bırakıyorum...
Vasiyeti olmayan ölüler ülkesinden
(Türkülerin sırtındaki muamma!)
Yazık bir nakarat bırakıyorum sana
"Ben sana gülüm demem
Gülün ömrü az olur"
Öç biter,
Biter şarkı,
Yaz olur...
Herşey yapılabilir
Bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin, uçurtma mesela.
Altına konulabilir
Bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
Sallanan bir masanın.
Veya şiir yazılabilir
Süresi ötekilerden kısa
Bir ömür üzerine..
Bir beyaz kağıda
Herşey yazılabilir,
Senin dışında..
Güzelliğine benzetme bulmak zor,
Sen iyisimi sana benzemeye çalışan
Herşeyden:
Bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor.
Belki tabiattadır çaresi
Senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin..
Ve benim
Bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim..
Anlarım bitkiden filan
Ama anlatamam
Toprağın güneşle konuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
Sen bana ışık ver yeter
Bende filiz çok..
Köklerim içimde gizlidir
Gelen giden, açan...
Güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden
Dünyaya,
Hayret, hasret ve biraz da
Bayat bayram şekeri kederiyle bakan,
Aklı canbaz, yanağı al,
Sesi çilek aroması
Bir çocuk oturuyor
Gözlerinde...
1996
Mum yanar
Mum ışıldar
Kendileri yoktur, gölgeleri oluşur
Ferinden korkulsa da rahmetin
Yenilmez toprağa can katmanın kudreti
Bir ömre kaç hayat sığar görülecektir...
Mum aydınlar
Mum sınar
Ayrılık acısı kadar seversin
Ve sevmenin coşkusu kadar koyar insana
Aşk sözcüğünden ayrılmak
Mum yaralanır
Mum sürer
Kem söz sahibini sürükler
Son çağındır artık
Gövdende birikir
Senden eriyen parçalar
Mum biter
Mum söner dibine hayatın
İşte yaşadığım dediğin
Bir mum ömrüdür
Eren
Ve
Eriten kendini...
Kanıyor takvimden gamsız ağaçsız
Evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar
Güvertesinde adresini şaşırmış
Kayıp bir nisan yağmuru
Ömrümün sol anahtarısın
Hazan makamının kapısını açan
Ne nisanlar gördüm ben
İlkbahardan kaçarken
Bir mızrapa tutunan
Ne bileyim ben
Böyle bir şeydir herhalde
Bir mevsimin şarkısı
Ya da mevsimlik bir vivaldi sancısı...
Ekim kasım işlerini öğrenirken bir keman
Ağlamayı bir de,
Şarkıya söz yürür,
Yeşile aldanır suyun kudreti
Ve sen hiçbir zaman
Sol anahtarı yaptıracak bir çilingir bulamazsın
Bana kalırsa sen,
Ömrünün sonuna kadar,
O şarkının kapısında kalacaksın!
Ocak 1996