Siirler.Biz

Kadınımsın…

04.08.2010

hangi dağın kaçağısın böyle baktıkça pınar çağlar yüzün
çekiliyor gölgeler peşimden tenha duvarlara çarpar hüznün
ne inip sorulacak bir durak ne varılacak bir mevsim kalmış ceketimde
şiirler eskidi şarkılar sus ve kalmamış adım hiçbir hikayede
o efkarına tütün derleyip yaktığımız patikaları saymazsak
mahşer telaşına düşen korkulu geceler kalır bize
yani yüreğim bir ömrü kendi tekmemle devirip geçmişim
ve urganımda duruyor hala menekşe açan seherlerim
kayıplara düşen kasabalarda gezdim dolandım da
bir bende bulamadım nerede o meçhul aksak izlerim…

kara turnalar gibi çöktüğümüz gri bulutlar geçiyor üstümden
yağmurda saçların düşüyor avuçlarıma allahım’a yalnızım
ayak bileklerine değen yüzümü toplamıyor vitrinler
ve uzaklardan sesleniyor yine bilmediğim kıyı ve şilepler
durup kendime adını soruyorum şaşkın ve şaşı
ki evvelden de önce derme çatma masallarım vardı
oysa her çölün rüyası kendisinde saklı duran bir serapmış
ve yengimden kalan mahzen suskunu bir şişe şarapmış
ağzım boşluğa dökülüyor sözünü görmedikçe
içersek yine bir biz sarhoş oluruz müebbetçe…

ay perçemini çeksin sen diye göğsüme
bir kez daha kararsın şehirler ne fayda
ulu orta düşüp vurulmaktan usandım
illa ille de öpülesi ellerin soluğumda…

unutulmuş bir adım var beni benle çağıramadığım
sokağını kaybettiğim köpekler kadar avare bir telaşım
sümbüllerle mi seviştin yoksa leylaklar mıydı tenine çapkın
ve gözlerinde seken ceylanları hangi tanrıçalardan çaldın
çaylar geçer düşer ırmağa gün şafağa döner
ve yeniden bir daha doğar gri kederli ölüler
işte o seherlerin hicranlarında vedalar sıradan bir şarkıdır
ve alnımızı dağlayan özlemin kızgın kırbaç şakırtısıdır
haydi ben beni bende binlerce yitirdim de
peki yokluğun neden sancıyıp durur hala içerimde…

kaldırımlar çarpıyor döşüme kırılıyor sanki bulvar
avutmuyor ezber bildiğim ezgiler nefesimi
sokak lambalarında kimlik soran kederler
nasıl da demirden hüzzam üstüme gelirler
kirpiğinde ıslanmış yağmurların vardır
hicrana eşlendiğin belki bir gazel
hiç kapısını çalmadığın bir tenhalığın
ve sunaklara yatırdığın sabrın
geçitler değil gözlerindir omuzlarımı yakan
değdikçe durup vurup yokluğunla harlanan…

savrulup duran rüzgarlar eser bendime
sustuğum her yer kör topal bir bilmece
olsaydı hani parmakların şimdi yüzüme
mahpus ne zindan ne hücre ne…

şimdi depreşen ve uğultularla gelen kasvet
kasıklarında doğurgan sevdaya durur
çığlıklarla yarılan ülkemin coğrafyasında
tüm çocuklar ilk önce düşlerinden vurulur
ki bir serçe kadar darısı adına açtır özlemleri
uzak yollarda gördüklerini kahraman beller bilir
ceplerinde sapan bir cinnet türküsü değil
ve bütün maniler onları masuma sayarlar
çiçeklenmiş dallara düştüğünden beri hüznün
hep içimde dolanıp duruyor o ilk bahar yüzün….

olmazı olur kılan yürektir sevdiğim
dağların serin koyaklarında saçların
yaylalardan sökülüp gelen topuğunda
gezip tozar pusulasız yıldızların
ve ben dinlerim sen bir daha söyle
bir daha çal vuslatlarla incinen özlemi
ne vakit kendi aklıma yabancı kalsam
avuçlarında ufaladıkça çoğalan nergis çiçekleri
ki onlar gülüşlerinde tomurcuk gamze
resmine dokunsam yetmiyor gözlerime…

diye diye bir daha çarp yüreğime
ıslah olmazım sen uslanmaz say
kehribar gülüşünle
çökerken zeytin ağaçlarına karanlık
işlenmiş oyalı bir mavzer gibi
tüm anılar bir tek yine bize tanık…

sularından geçtim sessiz değildi
düş değil düşkün değildi
derken şimdi çıkmaz bültenlerden
bil cümle gazete ve bildirilerden
talan yazgı ve yeminlerden…bıktım…bıktım…bıktım…
ben belki de oldum bittim künyeme kazılmış bir zarardım…

hırçın bir yanı vardır denizin
ayağının değmediği bir kumsal
yatağına akmayan dereler mahzundur
ve kurbağaları öyle üzgün susar
bütün yazılmış rivayetlerde adın
gece devrildi çoktan sözüm kalsın…

her ihtilal de kapıları kıran bildiğim bir şarkısın
beni şafaklarda assınlar yine
kadınımsın…

Mert Metin

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.